DUYURU 2023/111
DUYURU 2023/111 İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN İHLAL EDİLDİĞİNE İLİŞKİN ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
(Anayasa Mahkemesi, Başvuru Numarası: 2018/24097, Sonay Tezcan Ve Kardelen Yoğungan Başvurusu)
29 Eylül 2023 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 2018/24097 başvuru numaralı Anayasa Mahkemesi (AYM) Kararı, işyerinde ifade özgürlüğünü iki açıdan ele alan önemli karar niteliğindedir.
İlk olarak AYM Kararı whistle-blowing olarak literatüre geçen bilgi uçurma kavramına değinmiş ve “işçinin işyerinde tanık olduğu hukuka aykırılıkları ya da meşru görülemeyecek olayları işyeri içinde veya dışında yetkili makamlara ihbar etmesi ve alenileştirmesi” olarak tanımlamıştır. Meşru görülemeyecek olay/olaylara karşı kurumları harekete geçirmeye yönelik alenileştirme amacı taşıyan davranışlar işyeri düzenini bozma değil bilgi uçurma niteliğinde kamuya yararlı davranışlar kapsamında değerlendirilmiştir.
İkinci olarak somut hedef gösterilmeksizin sendikal hareketlerin genel söylemlerin içerisinde kalan retorik ifadelerin işverene hakaret kapsamında değerlendirilemeyeceğidir. Somut olayda başvurucuların işyerinde dağıtmış olduğu bildiride geçen “arkadaşlarını satan ajanlar” ifadesinin işvereni kastedecek biçimde kullanılmadığı, somut bir hedef belirtilmeden anonim bir şekilde kendisi de işçi olmasına rağmen işveren yanında pozisyon alan ve kendi çıkarları uğruna diğer işçilerin aleyhine çalışan işçileri kastettiği ve hakaret niteliğinde olmadığı belirtilmiştir.
AYM kararına ilişkin değerlendirmeler aşağıda başlıklar halinde detaylandırılmıştır.
OLAY
Başvurucular, K.K.S. Ltd. Şirketine (K.K.S./Şirket) ait kauçuk fabrikasında üretim elemanı olarak çalışırken, amir pozisyonundakiler de dâhil olmak üzere bazı erkek işçilerin iktidarlarını kullanarak kadın işçileri tacize yönelik eylem ve davranışlarını kadın işçilerin dolaplarına bir bildiri ile teşhir ve ifşa ettiklerini içeren bildiri bırakmışlardır. Ayrıca işyerinde ergonomi egzersizleri yaptıran üretim mühendisinin yaka mikrofonunu alarak bildirinin içeriğine benzer yönde bir konuşma yapmışlardır.
Olayla ilgili olarak iş güvenliği uzmanı, üretim mühendisi, kompakt set ustası ve depo-sevkiyat elemanı olan ve aynı işyerinde çalışan tanıklar tarafından tutanak tutulmuştur. Tutanağa göre sarf edilen sözler diğer işçilerde tepki oluşturmuş, endişe ve korku yaratarak işyerinin huzurunu bozmuştur. Başvuruculardan işlerinin başına geçmeleri istenmiş, bu tür şikâyetlerini yazılı olarak yönetime bildirmeleri gerektiği hatırlatılmıştır. Tutanağın sonunda Üretim Müdürü’nün de başvurucuların yanına geldiği ve eylemlerine son vermeleri gerektiğini belirttiği, ikinci başvurucunun ise üretim müdürünün sırtına yumruk attığı ifade edilmiştir.
Başvurucular, Karşıyaka Nöbetçi İş Mahkemesine sundukları dava dilekçesinde olaydan kısa bir süre sonra insan kaynaklarından bir personelin kişisel eşyalarıyla birlikte gelerek kendilerini dışarı çıkardığını ve sözleşmelerinin feshedildiğini söylediğini belirtmiştir. Anılan dilekçede başvurucular, dışarı çıkarıldıktan sonra fabrika önünde beklerken olay yerine sendikal eylem yapıldığı gerekçesiyle polis çağrıldığını, gördükleri muamele nedeniyle de şikâyetçi olduklarını ifade etmiştir.
Başvuruculara noter aracılığıyla, 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun “İşverenin Haklı Nedenle Derhal Fesih Hakkı” başlıklı 25. maddesinin birinci fıkrasının “Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri” alt başlığının (b), (d), (e) ve (h) bentleri uyarınca sözleşmelerinin feshedildiğine dair 29/3/2016 tarihli fesih bildirimleri gönderilmiştir.
• Birinci başvurucunun şikayeti üzerinde Üretim Müdürü hakkında sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi ve hakaret suçlarından kamu davası açılmıştır. Karşıyaka 9. Asliye Ceza Mahkemesi 10/2/2017 tarihinde Üretim Müdürü’nün sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi suçundan beraatine, hakaret suçundan ise mahkûmiyetine hükmetmiş; hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Ayrıca birinci başvurucu işe iade ve sendikal tazminat talepli dava açmıştır. Karşıyaka 3. İş Mahkemesi 27/12/2017 tarihinde feshin geçersizliğine, başvurucunun işe iadesine, sendikal tazminat talebinin ise reddine karar vermiştir. İşverenin istinaf talebi üzerine İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi işe iade ve sendikal tazminat talepli davanın kesin olarak reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, ikinci başvurucuyla birlikte dağıttıkları bildiride birinci başvurucunun işvereni “yalancı, arkadaşlarını satan ajan” olmakla, Formen ve Üretim Müdürü’nü ise kadın işçileri taciz etmekle suçladığı, ayrıca bazı işçiler için “yalaka” ifadesini kullandığı, bu ifadelerin şeref ve namusa dokunacak sözler ve asılsız isnatlar olduğu değerlendirilmiştir. Kararda birinci başvurucunun bu eylemi hem işverene hem de diğer işçilere hakaret niteliğinde olduğundan işyerindeki çalışma huzurunun bozulduğu, işçiler arasında gerginliğe yol açıldığı, bu nedenle sözleşmenin haklı nedenle feshinin geçersiz olduğuna dair ilk derece mahkemesi kabulünün yerinde olmadığı belirtilmiştir. Birinci başvurucu da ilk derece mahkemesinin sendikal tazminat talebinin reddine ilişkin kararı aleyhine istinaf talebinde bulunmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi anılan hususa ilişkin gerekçesinde, birinci başvurucunun iş sözleşmesinin feshi tarihinden bir gün önce sendika üyesi olduğunu, işyerinde daha önce bağıtlanan bir toplu iş sözleşmesinin bulunmadığını, sözleşmesinin feshine yol açan olayların bir kısmının esas itibarıyla birinci başvurucunun mesai saatleri içinde işverenin bilgisi olmaksızın bildiri dağıtarak ve egzersiz saatleri içinde konuşma yaparak sendikal faaliyette bulunması olduğunu belirtmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi, bu durumun 18/10/2012 tarihli ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun 25. maddesine aykırılık oluşturduğu dikkate alındığında ilk derece mahkemesinin feshin sendikal nedenden kaynaklanmadığına ilişkin kabulünün yerinde olduğu sonucuna varmıştır.
• İkinci başvurucu da işe iade talepli dava açmıştır. Karşıyaka 1. İş Mahkemesi 29/5/2017 tarihinde feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, ikinci başvurucu ve diğer çalışan işçilerin herhangi bir sendikaya üye olduklarına ilişkin dosyada üye kayıt fişi görülemediği gibi herhangi bir sendika tarafından başlatılmış yetki prosedürünün varlığının da tespit edilemediği belirtilmiş; buna rağmen ikinci başvurucuyla birlikte 7-8 işçinin işyerinde sendikal örgütlenme amacı ile bildiri dağıtıp okuduğunun ve kısa süreli de olsa toplu eylemde bulunduğunun anlaşıldığı, bu husus dikkate alınarak eylemin haklı veya geçerli fesih sebebi sayılıp sayılmayacağının irdelenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Mahkeme; işçilerin ekonomik ve sosyal durumlarını etkileyen veya işyerindeki uygulamalara yönelik olarak kısa süreli, demokratik bir hakkın kullanımı niteliğinde olan protesto eylemlerinin toplu eylem hakkına dâhil olduğuna, bu gibi eylemlerin salt politik nitelikte olmadıkça yasaklanamayacağına ilişkin Yargıtay içtihadına atıf yapmıştır. Sonuç olarak Mahkeme, sendikal örgütlenme amacıyla da olsa başvurucuların bildiri okumalarının ve kısa süreli eylem yapmalarının haklı veya geçerli feshe dayanak yapılır nitelikte olmadığını belirterek feshin geçersizliğine ve ikinci başvurucunun işe iadesine karar vermiştir.
Şirket bahsedilen karar aleyhine de istinaf talebinde bulunmuştur. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi Şirketin istinaf talebini kabul etmiş, davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; işçinin işverene, ailesine veya işverenin diğer bir işçisine karşı şeref ve namusuna dokunacak sözler söylemesi, davranışlarda bulunması ya da işveren hakkında şeref ve haysiyet kırıcı asılsız ihbar ve isnatlarda bulunması veya işçinin işverene, aile üyelerinden birine ya da diğer bir işçisine sataşmasının ilgili mevzuat uyarınca haklı fesih nedeni olarak sayıldığı, böyle durumlarda işçinin düşünceyi açıklama özgürlüğüne dayanamayacağı belirtilmiştir. Bu doğrultuda Bölge Adliye Mahkemesi; gerçekleştirilen ceza yargılamasında dinlenen tanıklarca da doğrulandığı üzere ikinci başvurucunun işverenin diğer işçisi konumunda bulunan Üretim Müdürü’ne yumruk atarak sataştığının anlaşıldığını, bu durumda işveren tarafından gerçekleştirilen feshin 4857 sayılı Kanun’un 25. maddesinin (d) bendi uyarınca haklı nedene dayandığının kabul edilmesi gerektiğini ifade etmiştir. 27. İkinci başvurucu, istinaf mahkemesi kararını temyiz etmiştir. Yargıtay 22. Hukuk Dairesi, istinaf mahkemesi kararında bir isabetsizlik bulunmadığından temyiz talebinin reddine, kararın onanmasına kesin olarak karar vermiştir.
GENEL DEĞERLENDİRME
• Başvurucular öncelikle ilgili mevzuata aykırı olarak fesihten önce savunmalarının alınmadığını ve feshin yazılı olarak yapılmadığını belirtmiş, ayrıca bu yöndeki şikâyetlerinin derece mahkemelerince hiç tartışılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
• Başvurucular bunun yanında başvuru konusu meselenin bir işçinin işyerinde yaşanan olumsuzluklara yönelik yazılı ya da sözel araçlarla tepkisini gösterip gösteremeyeceğiyle ve işyerindeki arkadaşlarına bunun propagandasını yapıp yapamayacağıyla, ayrıca bu sorunları sendikal bir örgütlenmenin aracı kılıp kılamayacağıyla ilgili olduğunu belirtmiştir. Bu doğrultuda başvuruculara göre somut olayın çözümü, bahse konu eylem ve etkinliklerin ifade özgürlüğü sınırları içinde kalıp kalmayacağıyla ilgilidir. Başvurucular ayrıca işyerinde amir pozisyonundaki erkek işçilerin taciz eylemlerini teşhir ve ifşa ettiklerinden olayın Türk hukukuna henüz yabancı olan whistle-blowing kavramı çerçevesinde incelenmesi gerektiğini savunmuştur.
• Derece mahkemeleri tarafından yalnızca şirket tanıklarının ifadelerinin dikkate alındığını ifade eden başvurucular, kendilerinin ve tanıklarının ifadeleri ile birinci başvurucunun şikâyetçi olduğu ceza yargılaması sürecinin ve sonucunun değerlendirmeye alınmadığını belirtmiştir. Başvurucular bu bağlamda ifade özgürlüğü kapsamında kalan eylemleri nedeniyle sözleşmelerinin feshedilmesinin ifade özgürlüklerini ihlal ettiğini iddia etmiştir.
• Başvurucular, sendikal amaçlı olarak bildiri dağıtma ve kısa süreli bildiri okuma eylemleri üzerine sözleşmelerinin feshedilmesi nedeniyle sendika haklarının da ihlal edildiğini iddia etmiştir. Gerçekleştirdikleri eylemin Bölge İdare Mahkemesi tarafından sendikal olduğunun kabul edildiğini fakat yalnızca izinsiz ve mesai saatleri içinde olması nedeniyle feshin sendikal nedenle yapılmadığı sonucuna varıldığını ifade etmiştir. Sendikal eylem kavramının yalnızca üyelikten sonra gerçekleştirilen eylemlerle sınırlı tutulmaması gerektiğini, ülkemizde sendikalaşma sürecinin zor olduğunu, sendikaya üye olunduğunu haber alan işverenlerin bunu sonlandırmak için etkili bir çaba içine girdiklerini, bu nedenle sendikalaşma sürecinin genelde gizli olarak yürütüldüğünü ve işçilerin sendikalara son aşamada üye olduklarını, dolayısıyla üyelikten önceki eylemlerinin de sendikalaşma sürecinin bir parçası olarak görülmesi gerektiğini belirtmiştir. Sonuç olarak başvurucular, sendikal eylemleri nedeniyle sözleşmelerinin feshedilmesi ve sendikal tazminat alamamaları nedeniyle sendika haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
• İkinci başvurucu yukarıda ileri sürülen hususların yanı sıra kendisinin Üretim Müdürü’ne yumruk attığı iddiasının da sözleşmesinin feshine dayanak yapılmak için kurgulanan bir yalan olduğunu, bu iddiayı ileri süren tanıkların hâlâ işverenin yanında çalıştıklarını belirtmiştir. İkinci başvurucu, tanık anlatımlarınca da doğrulandığı üzere Üretim Müdürü’nün birinci başvurucuyu makineye doğru ittirmesi üzerine araya girmek zorunda kaldığını, Üretim Müdürü’nün uzun boylu ve iri yapılı bir erkek olduğunu, kaldı ki Üretim Müdürü’nün kendisinin böyle bir iddiadan hiç bahsetmediğini ve şikâyette de bulunmadığını belirtmiştir. Dolayısıyla feshin asıl sebebinin dağıtılan ve okunan bildiri olduğunu, bu hususlar dikkate alınmadan Bölge İdare Mahkemesince kendisinin Üretim Müdürü’ne yumruk attığı sabit kabul edilerek sözleşmesinin haklı sebeple feshedilmesinin hukuka uygun bulunmasının ifade özgürlüğünü ve sendika hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir.
• Başvurucular, sözleşmelerinin feshedilmesi ve derece mahkemelerinin işe iadelerine karar vermemeleri nedeniyle çalışma haklarının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
• Bakanlık tarafından birinci başvurucunun başvurusuna ilişkin olarak sunulan görüşte, öncelikle ileri sürülen şikâyetlerin kanun yolu şikâyeti kapsamında değerlendirildiği belirtilmiştir. Başvurunun esasına ilişkin olarak ise somut olayda birinci başvurucunun ifade özgürlüğü ile işverenin yönetim yetkisi arasında adil bir denge sağlanıp sağlanmadığının değerlendirilmesinde Anayasa Mahkemesinin konuya ilişkin içtihadının dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir. Bakanlık, ikinci başvurucunun başvurusuna ilişkin sunulan görüşte de aynı hususları tekrar etmiştir.
• Birinci başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanında bireysel başvuru formunda sunduğu iddiaları yinelemiştir.
• Başvurucuların iş sözleşmeleri, işyerinde bildiri dağıtmaları ve mesai saatleri içinde söz konusu bildiriyi okumaları, ayrıca bu eylemler üzerine meydana gelen olaylardaki davranışları gerekçe gösterilerek işveren tarafından haklı nedenle derhâl feshedilmiş ve derece mahkemeleri de başvuru konusu olayda haklı nedenle fesih sebebi bulunduğunu kabul etmiştir. Başvurucular ifade özgürlükleri
ile sendika haklarının ihlal edildiğinden şikâyet etmiştir. O hâlde somut olayın çözümünde öncelikle başvuru konusu şikâyetlerin hangi haktan incelenmesi gerektiği belirlenmelidir.
• Başvurucular 25/3/2016 tarihinde ergonomi egzersizleri sırasında bildiriyi okuma eylemini gerçekleştirmeden yalnızca bir gün önce 24/3/2016 tarihinde sendikaya üye olmuştur yani başvurucular, kadın işçilerin dolaplarına bildiri bıraktıkları tarihte sendika üyesi değildir. Başvurucuların bildiri okuma eylemini üyesi oldukları sendikanın herhangi bir kararı doğrultusunda ya da en azından bilgisi dâhilinde gerçekleştirdiklerine dair bir bilgi bulunmamaktadır. Başvurucuların sendikaya üye olduklarını işyerine haber verip vermedikleri de anlaşılamamıştır. Bunun yanında başvurucular her ne kadar sendikalaşma sürecini bir süredir devam ettirdiklerini, bunu gizli yürütmek zorunda kaldıklarını iddia etmişlerse de bu sürece ilişkin -sendikayla ne zaman iletişime geçtikleri, işverenden bu konuda bir talepte bulunup bulunmadıkları ya da bilgilendirme yapıp yapmadıkları veya daha önce bu yönde atılan adımların işveren tarafından olumsuz karşılanıp karşılanmadığı gibi somut ve detaylı bir açıklama yapmamış, bilgi vermemiştir. Somut olayda, işverenin başvurucuların sendikaya üye olacaklarından veya olduklarından haberdar olduğu, sözleşmelerini esasen bu nedenle feshettiği yönünde yeterli delil bulunmamaktadır. Derece mahkemelerinin de işverenin başvurucuların iş akdini feshetmesinin asıl sebebinin sendikal örgütlenmelerini engellemek olduğu kanaatine ulaşmadıkları anlaşılmıştır. Bu hususlar dikkate alındığında başvurucuların sözleşmelerinin fesih sebebi olarak gösterilen davranışlarının ve dolayısıyla başvuru konusu incelemenin ifade özgürlüğü kapsamında yapılması gerektiği değerlendirilmiştir.
• Öte yandan başvurucuların eylemlerinin niteliği ve içeriğine bakıldığında işyerindeki işçileri çalışma koşullarıyla ilgili olarak örgütleme ve harekete geçirme eylemlerin olduğu açıktır. Başvuru konusu olayların meydana geldiği tarihte 212 işçinin çalıştığı fabrikada başvurucular dışında herhangi bir sendika üyesi olan yalnızca iki işçi bulunmaktadır. Açıktır ki fabrikadaki sendikalaşma oranı oldukça düşüktür. Dahası gerek başvurucuların kadın işçilerin dolaplarına bıraktıkları bildiri altına yazdıkları “K.S.S. Komitesi” ibaresi gerek bildiri içeriğindeki sosyal ve ekonomik koşullara ilişkin çağrılar işyerinde bir sendikal örgütlenme başlatılması amacının olduğunu göstermektedir. Bu hususlar da dikkate alınarak başvurucuların şikâyetlerinin bir bütün olarak sendika hakkı ışığında, ifade özgürlüğü yönünden incelenmesinin uygun olacağı sonucuna varılmıştır.
ANAYASA MAHKEMESİ DEĞERLENDİRMESİ
• Başvuru konusu olayda istinaf mahkemesi; birinci başvurucunun işvereni “yalancı, arkadaşlarını satan ajan” olmakla itham ettiği, Formen ve Üretim Müdürü’nü ise kadın işçileri taciz etmekle suçladığı, ayrıca bazı işçiler için “yalaka” ifadesini kullandığı, bu ifadelerin şeref ve namusa dokunacak sözler ve asılsız isnatlar olduğu ve hem işveren hem işçiler yönünden hakaret oluşturduğu, bu durumun da işyerindeki çalışma huzurunu bozduğu ve işçiler arasında gerginliğe yol açtığı gerekçeleriyle sözleşmesinin haklı sebeple feshedilmesinin hukuka uygun olduğunu değerlendirmiştir. Öncelikle bölge mahkemesinin başvuru konusu bildiride yer alan “yalancı, arkadaşlarını satan ajan” sözleri ile işvereni kastettiği sonucuna nasıl ulaştığına ilişkin hiçbir makul gerekçe göstermediği belirtilmelidir. Başvuru konusu bildiride yer alan “arkadaşlarını satan ajanlar” ifadesiyle, somut bir hedef belirtilmeden anonim bir şekilde kendisi de işçi olmasına rağmen işveren yanında pozisyon alan ve kendi çıkarları uğruna diğer işçilerin aleyhine çalışan işçiler eleştirilmektedir. Açıktır ki bu nevi ifadeler, sendikalaşma hareketlerinin genel söylemleri içinde yer alan retorik ifadelerdir. Bildirideki ve olayların bütünü içindeki bağlamına bakıldığında söz konusu ifadelerden herhangi bir kimseyi hedef alan somut bir suçlama çıkarmak mümkün değildir. “Yalancı” ifadesinin ise bildiride geçmediği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla derece mahkemesinin birinci başvurucunun bu ifadelerle üstelik işverene hakaret ettiğine yönelik değerlendirmesinin makul bir gerekçeden yoksun ve oldukça özensiz olduğu anlaşılmaktadır.
• İstinaf mahkemesi; birinci başvurucunun sözleşmesinin feshini haklı kılan sebeplerden birinin de dağıtılan bildiride Formen ve Üretim Müdürü’nün kadın işçileri taciz etmekle suçlanması olduğunu kabul etmiştir. Başvurucular dağıttıkları bildirilerle işyerindeki taciz olaylarını ifşa ve ihbar ettiklerini, bu nedenle meselenin AİHM’in whistle-blowing içtihadı çerçevesinde çözümlenmesi gerektiğini öne sürmüştür. Türkçe karşılığı doktrinde genelde “bilgi uçurma” şeklinde tercih edilen whistle-blowing kavramı, iş hukuku çerçevesinde, işçinin işyerinde tanık olduğu hukuka aykırılıkları ya da meşru görülemeyecek olayları işyeri içinde veya dışında yetkili makamlara ihbar etmesi ve alenileştirmesi olarak özetlenebilir. Bu kurumun gündeme gelmesi için ayırt edici unsurun ifşa edilen hukuka aykırılığa müdahale edilmesini sağlamak amacıyla yetkili makamların harekete geçmemelerinin mazur görülemeyeceği derecede bir alenileştirmenin varlığı olduğu söylenebilir.
• Somut olayda başvurucular, Formen ve Üretim Müdürü’nün kadın işçileri taciz etmesiyle ilgili ifadeleri içeren bildiriyi yalnızca kadın işçilerin dolaplarına bırakmıştır. Ayrıca bu ifade, işçilerin fabrikadaki çalışma koşulları ve ekonomik durumlarıyla ilgili oldukça uzun bir metnin çok küçük bir kısmıdır. Formen ve Üretim Müdürü’ne karşı somut bir suçlama içermekle beraber bu bildirinin dağıtılmasındaki amacın yetkilileri harekete geçirmek değil dayanışma bilinci doğrultusunda işçileri harekete geçirmek olduğu, hedef alınan kitle ve bildirinin genelinden açıkça anlaşılmaktadır. Bu nedenle somut olayda whistle-blowing kavramının tartışılmasına ihtiyaç olmadığı değerlendirilmiştir. İncelemeye, bildirideki ifadeler nedeniyle birinci başvurucunun diğer işçilere sataşmak suretiyle sözleşmesinin haklı olarak feshine sebebiyet verip vermediğinin istinaf mahkemesince ilgili ve yeterli bir gerekçeyle ortaya konulup konulamadığı yönünden devam edilmesi uygun olacaktır.
• Başvurucuların dağıttığı bildiride Formen ve Üretim Müdürü somut olay anlatılmaksızın kadın işçileri taciz etmekle itham edilmiş, bu ifade derece mahkemesi tarafından birinci başvurucunun diğer işçilere sataşması olarak değerlendirilmiştir. Öncelikle bu isnadın doğru olması hâlinde diğer işçilere sataşma olarak nitelendirilmesinin mümkün olmadığı belirtilmelidir. Öte yandan bu ifadelerin esas amacının kadın işçileri, suç teşkil etmese bile cinsiyetleri yüzünden özellikle amirleri tarafından uygunsuz davranışlara maruz kalmamak adına örgütlenmeye ikna etmek olduğu göz önüne alındığında kamuya yararlı olduğu açıktır. Kamuya yararlı bir tartışma sırasında ileri sürülen isnatlar nedeniyle kişilerin müeyyidelerle karşılaşmaları hâlinde derece mahkemelerinin iddia edilen olayların varlığına ilişkin makul bir araştırma yapması ve yeterli bir gerekçe ortaya koyması gerekir. Mahkemeler değerlendirmelerini yaparken özellikle amir pozisyonundaki personel tarafından kadınlara yapılan ayrımcı uygulamaların ve uygunsuz davranışların onların hayatları üzerinde ağır etkilere neden olma potansiyelini ve kadınların gerek işlerini kaybetme gerekse toplumsal hassasiyetler ve sosyokültürel unsurlar sebebiyle bireysel olarak haklarını arama konusunda karşılaştıkları zorlukları gözden kaçırmamalıdır.
• İstinaf mahkemesi, bildiride Formen ve amir pozisyonundaki diğer işçilere yönelik isnatta bulunulmasını sataşma olarak kabul etmiştir. İstinaf mahkemesi isnadın gerçekliğine ve bildiride söz konusu iddialara yer verilmesinin haklı olup olmadığına ilişkin hiçbir değerlendirme yapmamıştır. Buna karşın başvuruya konu yargılama süreçlerinde başvurucuların tanığı olarak dinlenen ve biri daha önce aynı işyerinde çalışmış, biri hâlen çalışmakta olan iki kadın işçinin başvurucuların cinsel tacize ilişkin iddialarını doğruladığı, istinaf mahkemesinin ise bu hususu dikkate almadığı görülmüştür. Bu doğrultuda söz konusu meselenin her iki yönden hassasiyeti de dikkate alındığında birinci başvurucunun davasını reddeden istinaf mahkemesinin bahsedilen gerekçesinin de ilgili ve yeterli olarak
nitelendirilemeyeceği açıktır.
• Son olarak derece mahkemesinin birinci başvurucu yönünden haklı fesih sebebi olarak gösterdiği “yalaka” ifadesini de değerlendirmek gerekir. Başvuru konusu bildiride söz konusu ifade şu bağlamda kullanılmıştır: “Bir çift söz de kendi sınıfını unutmuş yalakalık yapacam, yaranacam diye arkadaşlarını satan ajanlara, tarihin hiçbir yerinde ve döneminde yaranmaya çalışanlar ve yalakalık yapanlar hiçbir şey kazanmamışlardır. Bir süre kullanılırlar ve işleri bitince çöpe atılırlar. Üç kuruş fazla zamla, daha az çalışmayla namusunu, şerefini satma! Sınıfını bil! Sınıfına gel! Ya da gölge etme!” Bildirinin bu kısmında da herhangi bir somutlaştırma yapılmadan ve isnatta bulunulmadan retorik ifadelerle sendikal örgütlenmelerin önündeki olası engellere seslenildiği, böylece örgütlenme çağrısının daha etkili kılınmaya çalışıldığı görülmüştür. Bildirinin amacının beraber çalışılan işçilere hakaret etmek olmadığı, dağıtıldığı kitleden ve içeriğinden anlaşılmaktadır. İstinaf mahkemesinin gerekçesinde, bildirinin dağıtılmasından sonra işyeri disiplinin, düzeninin ve çalışma barışının olumsuz etkilendiğine dair bir değerlendirme bulunmamaktadır.
• Bu bağlamda bildirinin sendikalaşma oranının oldukça düşük olduğu bir işyerinde sendikal örgütlenmeyi teşvik etmek gayesiyle yalnızca kadın işçilerin dolaplarına bırakıldığı, bildiride kullanılan ifadelerden bir kısmının ağır olduğu görülmekle birlikte herhangi bir somutlaştırma yapılmadığından hakaret etmek ve işyeri disiplinini bozmak amacının olmadığı hususları da göz önüne alındığında birinci başvurucunun sözleşmesinin haklı sebeple feshedilmesini yukarıda tartışılan gerekçelerle hukuka uygun bulan istinaf mahkemesinin çatışan çıkarlar arasında adil bir denge kurabildiğinden bahsedilemeyeceği sonucuna varılmıştır.
• Başvurucu, Üretim Müdürü’ne yumruk attığı iddiasını reddetmektedir. Başvurucu olay esnasında Üretim Müdürü’nün arkadaşı olan birinci başvurucuyu kolundan tutarak makineye doğru ittirmesi nedeniyle araya girmek zorunda kaldığını belirtmiştir. Birinci başvurucunun şikâyeti üzerine yapılan ceza yargılamasında da olay günü Üretim Müdürü’nün birinci başvurucuya hakaret ettiği sabit kabul edilerek mahkûmiyetine hükmedilmiş, Üretim Müdürü ise bu karara itiraz etmemiştir. Ayrıca başvurucuların işe iade yargılamaları süreçlerinde dinlenen Şirket tanıklarının dahi ikinci başvurucunun “Kadına şiddet var!” diyerek bağırdıktan sonra Üretim Müdürü’ne vurduğunu söyledikleri, bir kısmının ise Üretim Müdürü’nün birinci başvurucunun kolundan tuttuğunu belirttikleri görülmüştür. İstinaf mahkemesi ise tanıkların bu şekildeki anlatımlarının olayın sübutuna ve başvurucunun sorumluluğuna etkisi konusunda değerlendirme yapmamıştır. İstinaf mahkemesi ikinci başvurucunun ergonomi egzersizleri sırasında idarecinin yaka mikrofonunu alarak başvuru konusu bildiri içeriğine
benzer bir konuşma yapmasının (Yargıtayın benzer eylemlere ilişkin değerlendirmesi için bkz. § 33) daha sonra Üretim Müdürü’yle meydana gelen olaylara ve ikinci başvurucunun sorumluluğuna etkisi konusunda da hiçbir gerekçe sunmamıştır.
• Dolayısıyla istinaf mahkemesinin 25/3/2016 tarihinde ikinci başvurucunun ergonomi egzersizleri sırasında yaptığı konuşmadan sonra Üretim Müdürü’ne yumruk attığını ve bu durumun ikinci başvurucu yönünden sözleşmesinin haklı sebeple feshine neden olacak tek taraflı bir sorumluluk doğurduğuna ilişkin bir durum olduğunu ilgili ve yeterli bir gerekçeyle ortaya koyduğunu söylemek mümkün değildir. Bu nedenle istinaf mahkemesinin olayların bütününü görmeden ve çatışan çıkarlar arasında adil bir dengeleme yapmadan bir sonuca vardığı değerlendirmiştir.
• Açıklanan gerekçelerle somut olayda istinaf mahkemesinin başvurucuların ifade özgürlüğü ile işyerinin disiplini, düzeni ve çalışma barışının sağlanması amacı arasında adil bir denge kurulmasına yönelik ilgili ve yeterli bir gerekçe sunamadığı anlaşıldığından başvurucuların sendika hakkı ışığında ifade özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar verilmiştir.
Anayasa Mahkemesi, yukarıda sayılan tüm değerlendirmelerle başvurucuların ifade özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar vermiştir.
(Bu yazının tamamını okumak ve Yayınlarımız’a abone olmak için tıklayınız.)